6 Kasım 2008 Perşembe

komplo tufanına yakalanmak



içim dışım komplo oldu. Caddeye uzak olan evimden uzanan kulaklarım arabaların kornalarını KGOMPLO! diye duyar oldu. sinekler de öyle vızıldıyor, kabloların uçları komplolarla karşıyordu. geçen gün kobralarla ilgili bi belgeseli sunan adam bile 'komplo ay kobra' dedi gibi gibi oldu. hala kış da gelmedi ya kesin bu işin içinde bir komplo var demek ister oldum. o komplo esrarına bayıldım. sonra baygın düştüm. yataklak oldum. e tabi doğal. insan bir komplo olduğuna inanır ve hakkını savunamazsa hasta olur, verem olur, felç geçirir. bi de 76 yaşındaysa kesin ölür. ölmemişse bil ki komplo momplo yoktur.

1 Kasım 2008 Cumartesi

Beni herkes sevdi bir sen sevmedin – Doğulu Bros


İbre 130u  gösterirken ozan gözünü yolda ayırmıyordu. 130 o araba için henüz başlangıçtı fakat ozan dikkatli bir çocuktu ve muhabbet koyu olduğundan, hız yapmak istemiyordu. Ya kenan dedim, isyan bu haykırış, kandırdım, aşk oyunu, kurşun adres sormaz ki falan ne güzel şarkılardı; hani sımsıkı sıkı sıkıya bile katlanabildik o kadar güzel şarkılardı saydıklarım, fakat sonra ne olduysa cıvıttın sen ya dedim. Ya ariscim dedi, ben o sıralar böyle tıknaz, uzun saçlı bir yiğittim ya dedi, popstar mopstardım ama abazalıktan yastıkla uyuyordum vallahi billahi dedi. Sonra tuğçe geldi, ben güzelden anlarım diye şarkı yapıp benimle çıkarsan sana veririm deyince de hemen kabul etmek zorunda kaldım vallahi çok fenaydım ya anla beni lütfen dedi. Ozan ki sksen yoldan gözlerini ayırmaz, pis pis sırıttı bize doğru. Hep bu ozan puşdu götürüyordu abi manitaları ya dedi ve ilk gözyaşı damlası da yolda yılan gibi süzülen porşun deri koltuğuna damlamış oldu. Kenanım dedim, anlıyorum seni boşver üzülme dedim, tuğçe nasıldı bari yatakta, ağlattı mı bari seni dedim. Böyle sanki az önce gözyaşlarına boğulan hüzünlü çocuk o değilmiş gibi, abi çıkarmadan üç diyeyim sen anla ya dedi. Oha lan msni var mı dedim. Kenan beni çok sever, var lan tabi, benim manitam senin manitan dedi, tam telefondan msne girip tuğçenin mailini verecekti ki bu yamuk paparazziler bizi sıkıştırdı, güzelim porşla ağacın birine daldık. Hastane mastane yalan oldu tabi msn. Tuğçe de zaten yunanistana kaçtı. Paparazzilere gıcığım. 

Holy Bubble - Fokus


Ev halısının üzerindeki çizgileri yol olarak düşünüp, oyuncak arabalarımı parkederken de, halının üzerindeki geniş yuvarlaklara iskambilden çok katlı evler yaparken de hep aynı hissiyata sahiptim. Dikkat. Odaklanmak her şeyden önemliydi ve sevgili okur; dikkatten kahkaha veya ağlamaya vaktim kalmazdı. Ta ki mutfağa giden bir annenin rüzgarıyla çok katlı evlerim yıkılana, küçük ayak darbesiyle park halindeki araçlarım dağılana dek. Ben hiç kahkaha atamadım okur.

Ayofdıtaygır - Metal kaplar pariteyi belirler


Sirkeci, mahmutpaşa, eminönü çevresindeki atölyemsi işletmelerde işlerin yolunda gidip gitmediğini öğrenmek için gizli bir formülüm vardır. Öğle yemeği saati biter bitmez giyerim sivil kıyafetlerimi, elimde de içinde değersiz çaputlar olan bir poşet, dalarım önüme gelen ilk handan içeri. Selamın aleyküm beyler, bir adres soracaktım da... Şayet girdiğim dükkanda, boş bir taburenin üzerinde veya kapının önünde; bulgurları bitirilmemiş bir adana veya kurumuş yoğurt-sosla sıvalı metal kebapçı tabaklarının, evvelsi günün gazete kağıtlarıyla kamufle edilmeye çalışıldığını görürsem; derim ki bu dükkanda işler tıkırında. Bu dükkanda tost veya evden getirilen önceki akşam yediğin yemekler değil, kebap yeniyor. Bu dükkanda insanlar kibritten kürdan yapmıyor, kürdana para veriyor. Gazete kağıtlarının yaşadığı dram bana o dükkanın mali tablosunu fısıldar. Ben her ayın tam ortasında bu tefftişlerimi gerçekleştirir, kim para kazanıyor kim kazanırmış gibi yapıyor gözlemlerim. Buna göz derler ve piyasa benden sorulur ağalar.

31 Ekim 2008 Cuma

Holy Bubble - Balık


7 yaşında falandım. Bir şeylere and içmek için küçük bir yaştı. Fakat ben ‘hayatım boyunca suratına tekme atabilmeyi hayal ettiğim’ büyümüş de küçülmüş çocuklardandım. Çoğu insan, bir zaman makinesi olsa, geleceğe gider, loto sonuçlarını öğrenip geri gelir diye tahmin ediyorum. Bense çocukluğuma dönüp kendimi tekmelemek, ağzımı burnumu kırmak istiyorum. Hatta bunu arzuluyorum. Bu isteğimi ilk farkettiğim an, tüh lan 2 dakika önce farketseydim keşke ne kadar dayaklık olduğumu demiştim. Bu bir paradokstu elbette ama dünyadaki tüm balık krakerleri yemeye and içmeme engel değildi. İlk birkaç yıl, özünde hiç de öyle bir insan olmamama karşın inanılmaz disiplinli bir biçimde tükettim bu balık krakerleri. Hatta 9-12 yaş arası beni şişman hatırlayanlar, bunun balık krakerden kaynaklandığını bilmezler. Onlara hep, “bir arkadaşımla büyümek için yarışıyorduk, o esnada şişmanlamışım, arkadaşımsa şimdi kocaman adam oldu” dedim. Yine de her şeye rağmen –ki buradaki her şey, şişman bir ‘ergenliğe giriş’ döneminin insan psikolojisindeki etkilerini kapsar, balık krakere olan hayranlığım azalmadı. Evet balık krakere olan hayranlığımda zerre değişiklik yoktu ama kadınlar, fit olmak, sağlıklı beden gibi silsilelere olan hayranlığımın artması, içtiğim andı ‘başımın üzerinde ekmek bölerek’ geçersiz saymaya itti. Tabi bu kararımın ardından, balık krakerler rahat bir nefes aldı. Ürediler, dünyaya açıldılar. Bugünse, pişkin pişkin masama geldiler. Hem de onlarcası. Yalnız bu kez savaşı ben kazandım Adrian. Hepsini ben yedim. Yedim onları.

adriaaann basardiiikk adriaaann… basardiiikkkk…

amaaan at kendini



evet. blogspot kapandı. lanet okunmuş gibi şifremi unuttum bi de. o sırada youtube da hala kapalıydı. tv her bi şeyi sansürlüyor, birileri de bizsizlikten ölüp ölüp diriliyodu. bazılarıysa sadece ölüyordu. sonra bu sıralarda istanbulda garip birşey oldu. her tarafı ışıklar, müzikler, ellerinde bayraklarıyla insanlar ve onların gülümseyen yüzleri kapladı. bi göt oldum. uzun zamandır hiç bu kadar canayakın ve neşeli bir insan sürüsüyle karşılaşmamıştım istanbulda. hani bazen birileriyle gözgöze gelirsiniz siz tam tebessüm edicekken o öküz öküz, manasızca yüzünüze bakar..ya da düşman görmüşçesine kafasını çevirir falan. ne bi mimik ne bi sempati... öyle insanlar yoktu o gün. ama ben neden bu kadar mutlululardı anlayamadım. heralde iyi bi haber almışlardı.










naber

sabah ecegökalp aradı. blog'a bişey koy dedi. bende koydum blog'a bişey. aris değilimki devlete kafa tutayım, sanatçı biriyim ben ürkek biriyim. devleti karşıma alamam ben, yapamam... anca tramvayda filan adamlar çizerim onları blog'a koyarım. imla kurallarınada dikkat etmem, yanlış (yalnış) yazarım. bazende işte... ne biliyim... hoşgeldin zıbamkom. hadi bakalım.

30 Ekim 2008 Perşembe

Merhaba.


Dijitürk görüntülerinin bloglarda yayınlanması sebebiyle diyarbakır muhakeme insanlarının tüm blogları kapamayı uygun görmesiyle başlayan bir haftanın sonuna gelirken tüm bu götlükleri, bu adamların cinsel hayatlarının feciliğine bağlamaktan başka çarem kalmıyor. Yatakta devleşemeyen bu kelli felli adamların, her kaç taneyse dijitürk görüntüsü yayınlayan blogları tespit edip, sahiplerini cezalandırmak yerine; blogdan legal biçimde para kazanan, blogda duygusal hezeyanlarıyla yüzleşen, blogda yaratıcı olduğuna inandığı işleri üreten, blogda kendini güncellemeye çalışan tüm insanları cezalandırmayı uygun görmesi, bu masum insanların sağlıklı cinsel hayatlarını kıskandıklarını doğrular nitelikte. Ben de bu meseleyi bir vatandaşlık görevi olarak görüp; en azından kendileriyle başbaşayken sağlıklı bir cinsel hayat yaşayabilmeleri için bir adet göt hediye ediyorum kendilerine. Bu şirin götle akraba çıkma ihtimalleri yüksek olsa da, bunlar zaten halaoğullarıyla evlenmekte sakınca görmeyen insan azmanları olduğundan hediyemin havada kalacağını pek sanmıyorum. Herkese merhaba.

18 Ekim 2008 Cumartesi

celıs

14 Ekim 2008 Salı

Holy Bubble - Cenkciğim


Başkalarının sorunları için ağlayan insanları hiç anlayamadım. Bir köy yandı, bir genç intihar etti veya göçmenlerin teknesi Ege’de battı diye perişan olan insanlar… ‘İnsanlık, duyarlı olmak, hissetmek’ bu gibi durumlarda üzülebilmekse; üzgünüm, ben insan değilim. En son başkasına üzüldüğümde henüz 10 yaşıma varmamıştım, Cenk Koray’ın oğlu bir gece sevgili Cenk Koray ile tartışmış, sinir anında da odanın kapısının penceresine kafa atmıştı. Cam kırılmış ve çocuk, şah damarı parçalanıp, kan kaybından ölmüştü. Bu beni derinden sarsmıştı. Fakat bunun Cenk Koray’a veya oğluna üzülmemle alakası yoktu. Haberi okuduğumda, gözümde canlanan camlı kapı, evimin koridorundaki kapıyla aynıydı. O kapıya da, Cenk Koray’ın suratına da uzun süre bakamadım. Cenk Koray da zaten buna fazla dayanamayıp televizyon hayatını sonlandırdı. Bense kapıyı söküp, bodruma kilitledim. O gün bugündür suratına bakamadığım her şeyi ve herkesi bodruma kilitler kurtulurum.

4 Ekim 2008 Cumartesi

içimsıkıldı

anlamlı olması
gerekmez bence.
20:22

2 Ekim 2008 Perşembe

AYI

Çok ayı gördüm hayatımda
Yüzleri kızarmazdı hiç
Elimden topladığım pamukları aldılar
Sırf kulaklarını tıkamak için

Hep 5 10 kuruş geçti elime
Ama 5le 100 aynı kokmuyordu
Tıpkı alimlerin dediği gibi
küçük paralar elden ele dolaşıyordu

her yerden çıktılar karşıma
bazı ayılar içimizden biriydi
ne zaman baska biri katılsa aramıza
onlar birden en iyiydi
hem söylenenin de aksine kışın uyumazlardı
da yutturuldu feci

çok ayı gördüm hayatımda
özveriden hiç anlamazlardı
ama en büyük ayı bendim
söylemedim bunların hiçbirini

26 Eylül 2008 Cuma

german


15 yıldır almanyadayım. tek kelime almanca bilmem.

25 Eylül 2008 Perşembe

Ben


Dünyanın en büyük kutusunu bulan benimdir ey ahali
dedim
senin olsun dediler
biz istemeyiz..
Hemen kuytuda girdim kutuya
Dokusuna aşinalığım sarmaşık oldu
sonra
hiç göremediğim bi canlı nefesi oldum
keşfe çıkmış ama yol aramış…
Her başımı uzattığımda kutu
geri döndüğümde kuytu oldum
sonra yaz oldu
sonra kış

19 Eylül 2008 Cuma

Eskişey

Ben küçükken çok az dışarda oynardım.
Benimde kendime göre haklı sebeplerim vardı.
Tahsin diye bi çocuk vardı. Olur olmaz yerde işerdi.
Pipisini herkese göstermek pahasına hemde.
Utanmak, çekinmek nedir bilmezdi tahsin.
Genelde toprağa işerdi tahsin.
Önce toprağı oyardı ortasından, sonra o oyuğa işerdi.
Bunun adına ise ''çimenta'' yapmak derdi.
Ben hiç çimenta yapmadım çünkü pipimi gösteremezdim kimselere.
O benim pipimdi ve kimse görmemeliydi pipimi.
Bu yüzden Tahsin ve arkadaşları tarafından hep dışladım. Hep hor görüldüm. Sevilmedim

Geçen tahsini gördüm. Arkadaşlarıyla birlikte bizim eski evin sokağındaki yıkık duvarın önünde bekliyor, geçen kızlara laf atıyorlardı. Arkadaşlarından müsade isteyip konuşmak istediğimi belirttim.
Sonra
- Çimenta yapalımmı Tahsin?
diye sordum.
Kabul etmedi. Israr ettim. Kabul etti. Utanmazlığın coşkusu ve kendine güven duygusuyla birlikte neşeyle şarkılar söyleyerek çimenta yaptık Tahsinle birlikte.
bana dönüp;
- Artık çimenta yaptığına göre sende bizden birisin. Kemal ile İdris pilarda solonuna gittiler. Sende gelsene bizle dedi. Kıramadım sonra pilardo oynadık. Tahsin, İdris ve Kemal karşısında çok büyük farkla kaybettim. O günden sonra Tahsini ve arkadaşlarını bi daha bi daha görmedim görmekte istemedim.

18 Eylül 2008 Perşembe

haydi şimdi bütün eller havaya


İki elin birleştiğine şahit olmayalı çok oldu sanki. Yanyana duradurduklarına rastlamış olabilirim beynimin jöle olduğu günlerden birinde. Unutmuş olabilirim sonra. Önem vermemişte olabilirim tabii. Hem zaten iki elin yanyana durması değil ki mühim olan. Faydası var mı bunun bana? Ses çıkardılar mı? Bi yeri işaret ediyolar mı? Hiç yoktan en üstte kimin eli olduğunu söylediler mi? Nhayır. Zaten ellerin dili yok.

16 Eylül 2008 Salı

Beni herkes sevdi bir sen sevmedin - Bale


Sene 2005, kadıköy tek büfede, sevgili dostum christian bale’le oturmuş hamburgerlerimizi yiyoduk, ya dedim krisçın, tamam hastası olduk filmin falan da birden 25 kilo verince bünyen zarar görmedi mi ya dedim. Bu bi duraksadı, limonatasından bir yudum aldıktan sonra, “sorma arisim” dedi, makinistin çekimlerinden sonra kaybettiğim kiloları almak için günde 4 tabak mantı yemek zorunda kaldım 6 ay boyunca, şimdi de kalbim yağlanmış hamur işinden dolayı, ritim bozukluğu başlamış ya dedi. Ulan krisçın dedim, değer miydi lan dedim, sağlığından önemli miydi ya dedim. Haklısın dedi bu, boynunu eğdi önüne. Bir üzüldüm, bir pişman oldum bu konuyu açtığıma, dedim sen üzülme ya, sabahları belediyenin egzersiz parkına gideriz, hem zeliha teyzeler, cevat amcalar falan hepsi orda, apartmana servise çıkmadan önce orda sabah antrenmanı yapıyorlar, domuz gibi kalpleri var allahsızların, sıkılmayız da onlarla, kafa çocuklar hepsi dedim. Bir sevindi bu kris, çok kral arkadaşsın sen ya aris, bir sigaran var mı dedi. Var ama paketteki son dal dedim, yok almam o zaman dedi. Racon da bilir ha bu krisçın. Delikanlıdır bale. Sevgili dostum bale.

Holy Bubble - Vahşi Doğa


Bazı hayvanlar kafes, ev, ahır gibi ortamlarda yaşamayı kabullenip evcilleşmiş, dizginlenmiş sayılırlar. Bazılarıysa doğalarından uzaklaşamaz, her fırsat bulduklarında doğaya kaçarlar. ve o kaçışlarda, öyle huzurlu, öyle neşeli, öyle kendileri olurlar ki, izlemeye doyamazsınız. Fazla yaklaşırsanız saldırabilirler ama. Dikkatli olmak lazım. Uzaktan sevdim yarimi isimli şarkı da onlar için yazılmış, bestelenmiş ve okunmuştur.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Ayofdıtaygır - otorite


Ne zaman bıyıkları “sıradan bir ergenle yarışan” bir genç kız görsem bıyıklarına bakıp gülümser, selam veririm. Bıyıklarını otoriter bulurum ve onlara saygıda kusur etmem. Bıyıklar kendini camdan aşağı at deseler, atarım yani. O derece.

Holy Bubble - Tacide


Metro
karanlık tünelde ilerlerken,
vagon camlarındaki yansımalardan,
pantolonumdaki
beyaz lekeye takıldı gözüm.
Ajanstaki ilk yemeğimde,
yoğurt dolu kap ile
küçük bir temas gerçekleşmişti aralarında.
Sperm ve diş macunu lekelerinin
en çıkmayan lekeler listesinde
üst sıralarda olduğunu bilirdim de,
yoğurttan bihaberdim.

14 Eylül 2008 Pazar

sankiymişimde gibiymiş gibi mi?hı?



Otobüsler ve dolmuşlar. Belki de dolmamışlardır ikisi de.
Sevilmeyi saygı görmeyi beklerlerken. Adamlar kadınlar hatta çocuklar bile bindi içlerine.
Bir keresinde otobüste kusan bi çocuk görmüştüm. Ağlamıştı kustuktan sonra. Yanımda Yağız adında hiç sevmediğim bir çocuk vardı.
Gülüşmüştük. Ben ise küçükken ağlamazdım çok.
Bi keresinde kafama ayakkabı düşmüştü. Annem düşürmüştü.
Ayakkabının tahta bir topuğu vardı. Topuğun keskin kenarı kafama gelmişti, ağlamıştım o zaman. Çünkü canım yanmıştı.
Annemde dövmüştü ağladım diye. Küçükken işler karışıktı. Anlamıyordum. haala da anlamıyorum ben.

Geçen de dışarı çıktım. İçki içildi. Alkollü. Gene anlamadım bişey ben. İnsanlar vardı etrafımda. Kıyafetli, saçlı filan. Gözleri var hepsinin bakıyolar filan. Etrafımda dolaşıyorlar. Hepsi de insan ama. Düşünüyorlar filan yani onlar da. Değişik t-shirtleri var. Benimkisi düz renk. Baskısı yok. Nası bulmuşlar. Yırtarım hepsini de. Gelmesinler bana.
Neyse sonra bira bile içtik hatta. Kızlar vardı. Gittiler. Ben de gittim. Arkadaşlarım vardı. Onların yanına gittim.
Fotoğraf çektiler. Ben de çıktım fotoğraflarda. Fotoğraf makinesini istedim. İçinde benim olduğum fotoğraflara baktım. Beğenmediğim iki fotoğrafımı silip makineyi iade ettim geri. Anlamadı salaklar. İşte yine üstün olmuştum kendimce hinlik yapmıştım. Ama maldım. Kendi mallığının farkına varmak çok acayip şey. Hayat daha da zor oluyo böyle olunca.Kendi kusurunun farkına varmak. Acı çekiyosun. Üzücü bir durum; sonra eve gitmeliyim dedim.
Bok gibiydi çoğu şey öyle hissediyordum. Gün boyu gelişen olaylar kötü olaylar değildi baktığın zaman. Ama hepsi birlikte kötü hissettirmişlerdi. Of bilmiyorum işte.
Otobüse bindim. Gidip kapı ağzında durdum. Otobüsten inmek isteyenler beni geçmek zorunda kaldılar. Zorluk çıkarıyordum, hatta bi kadın omzuma bile dokundu geçmek için. kısa süreli bi sessizlikten sonra kadının elini tutan adamı fark ettim. Adamın beni dövmesinden korktum. Medeni insan taklidi yapıp kadının ve kadını korumak ve rahatsız edenleri, sıkıntı yaratacak her türlü sorunu döverek bertaraf edebilecek o adamın yanımdan bana sürte sürte geçerek otobüsten inmelerine izin verdim. İndiler. Ben de İki durak sonra indim.
İki katlı otobüs geldi bitane. Madem gelmiş binelim dedim içimden. Komikşey gibi söyledim. Gülmedim ama. Gene maldım.
Otobüse bindim. Alt katta durdum. Koltuklar dolmuştu içerde bi adam bana bakıyordu. Rahatsız oldum. Sessizce osurdum. Intikamımı almıştım.
Sonra uzun saçlı siyah tişörtlü bi adam vardı. Sonra herkes gibi o da indi otobüsten. Oda adamdı resmen. Gözlü. Saçlı. Düşünen biri. Benim gibi ama ben değil.
Kafamı eğmek zorundaydım çünkü otobüsün tavanı alçaktı. Boynum ağırmaya başlamıştı ve daha yolu yarılamamıştık bile.
Keşke kısa boylu olsaydım dedim. Bağırarak. Benim bağırmamı fırsat bilerek bana baktı otobüsteki herkes. Ben de madem bana bakıyorlar ben de onlara bakayım dedim. Bi süre bakıştık. Bi tanesi yerinden kalktı beni kenara çekti çıkma teklif etti. kabul etmedim. Şu anda yeni bir ilişkiden çıktığımı hazır olmadığımı söyledim. anlayışla karşıladı yerine oturdu. Yolculuk devam ediyordu.
Bir anda üst kata çıkmak istedim. Normalde yapmam. Olduğum yerde dururum. Bana bazen küçük şeyler bile çok zor gelebiliyor. Acaba bu davranışım insanları rahatsız edermi. Rahatsız olan biri beni dövermi diye sorular sordum kendi kendime. Ama bu defa üstesinden geldim ve otobüsteki insanları yararak üst kata çıktım. Şanslıydım. Son boş koltuğa oturdum. Yanımda adam vardı. Çekinmeden durdum yanında. Sanki bişey yokmuş gibi yaptım. Ama vardı yanına oturmuştum onun. İkimiz de normal davrandık. Tek kelime konuşmadık. Hoşçakal bile demeden kalktım yerimden, ben otobüsten indim.
Daha sonra bi baktım minibüse binmişim. Kaptan beşyol ne kadar diye soruyorum. Şöför 1.250 diyor. Sonra minibüs hareket etti ben dururur muyum ben de hareket ettim minibüsle birlikte. Tüm günü ve başıma gelenleri düşündüm . Sonra canım sıkıldı. Eski şeyleri düşündüm. Hüzünlendim.

11 Eylül 2008 Perşembe

düğün var

bi
şey

10 Eylül 2008 Çarşamba

Holy Bubble - Ararat



Zamanın birinde Ararat isminde upuzun boylu bir dostum vardı. Kendisi suratına kolayca bakamayacağımız kadar beyaz dişlere sahipti. Hatta çoğu zaman, onunla aynı boyda olmadığımız için şükrederdim. En azından, gözlerim dişlerine denk gelseydi, sadece miyopla kurtulamazdım. Ha o zaman belki de lensler ve onların ızdırapları ile hayatım daha da zorlaşmamış olurdu ama Ararat her şeye rağmen mütevaziliğini korurdu. İyi bir işe girse de, çok para kazansa da, çok seksi bir kadınla sevişse de mütevaziliği elden bırakmazdı. Hamdolsun der konuyu kapatırdı. Misal hayatta birine verdiğim değeri ölçmek için 2 kriterim vardır. Birine borç vermek ve öldüğünde ağlamak. Ararat öldüğünde kesin ağlarım ya. Borç istediğinde de ağlarım ama gene de veririm ne kadar istiyorsa. Yani çok isterse geri veremeyebilir, az isterse de önemsemez ama ortalama bir rakam isterse gözümü kırpmadan veririm. Yaşlara rağmen kırpmam gözlerimi, kasarım. Ararat böyle bembeyaz, tertemiz bir adamdır benim için.

9 Eylül 2008 Salı

Kimimiz Mağdur


8 Eylül 2008 Pazartesi

Holy Bubble - Karınca


Karınca incitmek isteyen, yanlışlıkla ezen, ekmeğin üzerindeki karıncayı üflemek suretiyle uzaklaştıran, hele hele yuvasını bozan adam karşısında beni bulur. Bu bir çocuk da olabilir, bir boksör de, vamp bir kadın da. Babam gelse tanımam. Ev arkadaşım –ki geçenlerde sinek öldürdüm diye tartışmıştık, hayvansevermiş bu, mutfaktaki 3 günlük yağlı tencereyi haklı olarak istila eden karıncalara savaş açtı. Lavaboda, tencereye su dökerek onlardan kurtulma çabasını sezdiğim saniye, normalde 2B desen kalemimi açmak için kullandığım maket bıçağımı –ki halk arasında falçata da denir, boğazına saplayıp içerde kırmam bir oldu. Zaten uç kısımları körelmişti, kırmak gerekiyordu birkaç diş. Tabi ev arkadaşım, boğazına falçata saplanınca elindeki tencereyi bırakmak zorunda kaldı. İsteyerek mi yaptı bilmiyorum. Aldım ben de tencereyi, konuştum sevgili karıncalarla, dedim ki sevgili karınca dostlarım, burası benim mahallim, lütfen terkediniz, bu dünya size göre değil. Pencereye bıraktım tencereyi. Sabaha tek bir karınca kalmamıştı.

Atom karıncayla da oturup satranç oynamışlığımız vardı hani.

4 Eylül 2008 Perşembe

Holy Bubble - Heroes


O çocuğun okula senelerce bastonla gelmesi hiçbir zaman umrumuzda olmamıştı. Hatta farketmemiştik bile. Şu doğarken kemikleri kırılan, erişkin bir birey olana kadar da kırılmaya devam edenlerdendi o. Hatta diğerleri ona Cam Çocuk derdi. Cam çocuğa herkes çok üzülürdü. Yani en azından kalbi olan herkes. Bizim içinse camdan çok daha  önemli bir özelliği vardı o çocuğun. Hatta belki de cam çocuk olmasının sebebiydi bilemiyorum. 14 yaşında gördüğüm en büyük göt, cam çocuğa aitti. Cam çocuk, aslında Bay Göt’tü. Kemikleri, “lütfen bu kadar ağırlığı taşıyamam” diyor ve her yemekten sonra bir çıt kırılıyordu. Bana kalırsa, cam çocuktan daha iyi bir isimdi Bay Göt. Çünkü göt de olsa o bir Bay’dı ve bana göre Cam Çocuk sanılıp, Bay Göt olmak süper bir şeydi. Tıpkı bir gizli kahraman gibi. Gizli bir Göt gibi. Kocaman. Mağrur.

3 Eylül 2008 Çarşamba

Deyişik


Bazen işler karışıyor.

2 Eylül 2008 Salı




Belki de Küçüklerimi Sever Gibi Yapmayıp Gerçekten Sevmeliyim. Öyle Değil mi Yenge?

cinsel şeyler




Belki de dayıdır. Dayı iyidir. Sakallıdır. Köyden gelir arada bir. Bizim evde kalır. Peynir getirir. Sonra gider. Benim için dayı budur.



  © Blogger template 'Mantis' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP