24 Kasım 2009 Salı

yaşasın.


''Yıllardır savunurum ben bu domuz gribi olayını'' dedi tansu.


''Nasıl yani, iyi de bu yeni bir hastalık değil mi'' dedi kurbağa.


''Hastalık olur mu, domuz gribi tedavidir sevgilim'' dedi tansu.

''Türkiye'de kimsenin farkında olmadığı bir hastalık var'' dedi.

''Nasıl ki tüm ruslar nataşaysa, türkler de 'yakınlık mesafesi ayarlayamama' hastasıdır.

Bir kıza ofsaytı anlatmak; türkiyede yaşayan birine mahremiyet alanını anlatmaktan daha kolaydır'' dedi tansu.


''Nedir ki mahremiyet alanı tansu'' dedi kurbağa.


''Al işte'' dedi tansu.

''İnsanların yabancı insanlarla aralarına koymak istediği bir mesafe vardır.

Burada kendilerini güvende hissederler.

Bu mesafe otururken gerçekleştirilen diyaloglarda en az 1 metre, ayaktakilerde en az 50 cm, otobüste ise en az 15 cm olmalıdır.

Tarafı yoktur, bu mesafeler dört bir yandan geçerlidir.

Misal otobüste, bu 15 santimi geçmek için cüzdan çalman, savunmasız küçük kızları taciz etmen veya kontrol edilemez bir fil kıçına sahip olman şarttır.''


''Yaşasın domuz gribi'' diye haykırdı kurbağa.


''Yaşasın benim kadar yaşlı ve çirkinleri bile taciz eden otobüs sapıkları'' diye haykırdı tansu.

28 Mart 2009 Cumartesi

sokakta bile varız






27 Mart 2009 Cuma

Hesaplaşma - uzaktan kumanda

Uzaktan kumandasını jelatin içinde saklayabilen insanlara çok imreniyorum ben. Hayatım boyunca bunu arzuladım. Zaman içinde aşınan zigonuma, koltuk koluma inat, ayda bir uzaktan kumandamı jelatininden çıkarıp bakmak istedim. Sizler aşınıp beni üzdünüz ama bu uzaktan kumanda, bu kötü gün dostum; ilk günkü kadar yeni, ilk günkü kadar temiz kalmayı başardı demek istedim. Düğmelerini okşamak, pilini bir başka duracell ile yenilemek istedim. Koltuğun baş köşesine, masanın tam ortasına, dolabın en üstüne koymak ve izlemek istedim. Uzaktan kumandanın, zamana karşı yenilmemek konusunda bana güç vereceğine inandım. Hatta buna bel bağladım. Şu fani dünyada bana mutluluğu sağlayacak tek objenin jelatin içinde muhafaza edebileceğim bir uzaktan kumanda olduğuna inandırdım kendimi. Fakat olmadı sevgili kamuoyu. Başaramadım. Hayatım boyunca, kullandığım hiçbir uzaktan kumandayı jelatininde saklamayı beceremedim. Bir şekilde, o jelatinden dışarı çıkabildiler. Çok geçmeden de üzerindeki rakamları aşındı, düğmeleri basmaz oldu her birinin. Sanki güçlerini bilircesine, sanki bana mutluluğu çok görürcesine yırtıp attılar jelatinlerini ve eskimeye koştular. Hain uzaktan kumandalar.

Ve ben, bugün aydınlandım. Uzaktan kumandaları hayatımdan çıkarıyorum. Yarın yeşilköyde pazar var, oradan da uzunca bir oklava alacağım, ucunu sivrilteceğim falan. Buradan açıklıyorum: Yeni idolum oklavadır sayın seyinciler. Oklava.

19 Mart 2009 Perşembe

Feast of Friends

Bizi parçalanmış bahçeye almak için orada bekliyorlar. Korkunç, heyecanlı ve solgun yüzlü ölümün garip bir anda nasıl geldiğini biliyor musun? Habersizce, plansız bir kabus gibi seni yatağında rahatsız eden ölümün. Hepimizi meleğe dönüştürür ve.. Ve bize meleklerin kanatlarını verir. Omuzlarımız kuzgunların pençeleri gibi olur. Ne daha fazla para, ne de fiyakalı giysiler. Ensest ilişki çenesinde görünene kadar, öbür dünya istediği uzaklığa çoktan ulaşır. Ve doğal kanuna olan itaatini de kaybeder.

Ben gitmiyorum.
Arkadaşlarımın verdiği partiyi, kocaman bir aileye tercih ederim.

--
Jim Morrison - Feast of Friends
An American Prayer (1978)

18 Mart 2009 Çarşamba

Ben var ya - yaya

Olur yani. 

Bazen. 
Yılmaz olsa bağzen derdi.
Babaannem yaşasaydı paazen derdi.
Ben de ona yaya derdim.

Masal anlatırdı bana. 
Bazen.
Kahraman olurdum ben.
Her dem.

17 Mart 2009 Salı

Please

Bizim ev Pangaltı 'nda. Yani Harbiye Ordu Evi 'ne paralel işte. Nişantaşı ve Teşvikiye gibi ELİT muhitlere pek yakın olduğumuzdan dolayı ben boş vakitlerimde çıkar yürürüm oralarda falan. Mesela Pazar günleri Teşvikiye favorimdir. Çıt yok neredeyse sokaklarında. Öyle güzel bir sakinlik yani. Herneyse, bir de Beyoğlu var, vazgeçilmezdir. Güzel havalarda dostlarla Tüyap Kitap Fuarı 'nın üstündeki otoparkta buluşup şarap içilir ve hani oradaki sohbette başka hiç bir yerde olmaz. Fakat geçenlerde Teşvikiye 'de ki ekipler ile kısa bir diyalog yaşamam, bana Beyoğlu 'nda ki diğer ekipleri hatırlattı bir an için. Teşvikiye de olağan Pazar yürüyüşümü yaparken bir Please memuru yanıma gelip "Beyefendi afedersiniz, İyi günler, Rica etsek kimliğinizi görebilir miyiz lütfen" dedi. ALLAH ÇARPSIN birebir yazdım cümleyi bak. Ve nasıl hoşuma gitti anlatamam. Sonra Beyoğlu 'nda ki geldi aklıma bunlar Gbt yaparken. "KİMLİK ÇIKAR!" Hani adam "YAT" dese yatacağız sanki o derece. Bu da böyle bir anımdı. Bu arada çizimlerimi biriktirmek adına yeni bir blog aldım. Dildo ressamıyım. İlgilenen olursa diyerekten link de bu. Gerçi daha pek bir şey yüklemedim. Ama olsun. Bu kadar.

Ben var ya - kutukola

Parasının değerini bilen adam içtiği kutu koladan belli olur diye düşünüyorum. Gittiğim lokantalarda da buna çok dikkat ederim. Etrafta hesabını ödeyip çıkmış müşterilerin kalan kolalarını dikleyen garsonları gördüğümde, benim kolam size yar olmayacak derim içimden. Her yemek dükkanında, en az bir tane müşterilerin kalıntı kolasını içen garson vardır. Bunlar içecek parasından tasarruf edip, çorap falan alırlar kendilerine. Biliyorum ben. Ben yar etmem fakat kolamı bitirirken onları umutlandırmayı da ihmal etmem. Yemeğe başladığımda bardak veya kamış kullanmam. Kutudan içerim. Yemeğin sonuna kadar böyle devam eder bu. Yemek sonlandığında, tam da garson diğer müşteriler gibi kutunun dibinde kalan kolayı içmek için o büyük kafa kaldırma zahmetine katlanmayacağıma inandığı anda, kutuyu masaya bırakır, usulca kamışı paketinden çıkarırım. Son damlasına kadar da içerim o kolayı ben. Garsonun gözünün içine baka baka. Hurpsfgh himpssdjch seslerinin diğer müşterileri rahatsız etmesini de hayatta umursamam. Paramın hakkını alıyorum sonuçta, kim ne diyebilir ULAN.

Duygusal anlar

Google 'da "family portrait" tegiyle arama yapıp görsel sonuçlarına bakmanızı tavsiye ederim. Ama sadece tavsiye ederim. Üzerine siz de yukarıdakine benzer şeyler yaparsanız mesuliyetine karışmam. Bir de Copeland 'in Part time lover diye bir şarkısı var. Siz dinlemeseniz bile güzel şarkı lan. O derece.

16 Mart 2009 Pazartesi

Siktirgit

Siktirgit demek sanıldığı kadar zor değildir aslında. 3 heceden oluşur. Tek nefeste telaffuz edilir. Baştaki "s" harfi uzun tutulur. İlk hece ağızdan çıktıktan sonra kısa bir es verilir ve "tirgit" kısmı ağızdan dökülürcesine söylenir. Telaffuzdan hemen önce sakız, lokum, toblerone gibi dişe kemiğe yapışan, ağıza amcıklama yaşatacak şeyler tüketilmesi tarafımca tavsiye edilir. Tüketilen bu gibi ürünler cülmeye dolgunluk ve ahenk kazandırır. Herneyse, konumuza dönelim. Evet, yine burada da ikinci hecenin son harfi olan "r" de kişisel tercihe, içinde geçtiği cümlenin ahenkine ve karşımızdaki kişide bırakmasını istediğimiz etkiye göre uzatılabilir. Son olarak "siktirgit" dedikten hemen sonra ardından "lan", "abi", "hacı," "usta", "allaşkına", "hasta mısın", "oolum" gibi tamamlayıcı öbekler kullanarak süsleme de yapabiliriz. Yanlız unutmamamız gereken en mühim detay: bu kelimeyi kime, ne zaman ve hangi nedenle söylediğimizdir. Geri dönüşü olmayan yollara girersek hoş olmayan mazilere sahiplik edebiliriz.

Not: Elif 'in "Gönül Dostları" başlıklı yazısına "Sik anasını" yorumunu şeyettiren edepsizde benim. Sik anasını da, "siktiret" in Beta versiyonudur fakat kendi içinde daha derin anlamlar barındırır. Şimdilik vaktimiz kısıtlı olduğu için yazımı burada sonlandırmak zorundayım. Esen kalın. Ya da nasıl isterseniz.

15 Mart 2009 Pazar

mimarlar yeni ressamlar


ev döşemek çok karmaşık bir iş.

  © Blogger template 'Mantis' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP